Fotoğraf'a Dair...

 < Önsözünü Sabit Hoca'nın yazdığı; Faruk Akbaş ve Emre İkizler'e ait "Fotoğraf Teknik Okumaları" isimli kitaptan alıntıdır... >

    "Fotoğrafta öz ve biçim katmanlarının dile getirilmesi sırf bir anlatım kolaylığı içindir. Yoksa bunlar ayrı katmanlar bile değildir. Et ve kemik gibi iç içe birbirine sarılıdır. Çok önemli ifadeleri yakalayan kişi bunları anlatım gereğine uygun şekilde biçimlendiremiyorsa ortaya anlaşılmaz işler çıkar. İlk yakalayışlar, tıpkı duygular gibi, bulutsu ve biçimlenmemiş ifade adaylarıdır. Bunlar hangi dille anlatılacaksa o dilin tekniği ile biçimlenir. Burada teknikle amaçlanan o dilin tüm yapısallığıdır. Bu arada ifadenin ulaştığı estetik düzey bu yapısallığın iyi kullanılmasının bir sonucudur. Kısaca, estetik yapısaldır.
   Fotoğraf bir seçim işidir. Görürsünüz, karar verip çekersiniz. Bunu böylece anlatırken, görmekle çekmek arasında geçen ya da geçmesi gereken on yılları görmezden geliyoruz. Bu yönü gözden kaçırınca fotoğraf, az emek ve az bilgiyle yapılabilen ucuz bir üretim sayılıyor. Fotoğrafın makinelerle çekildiği dedikodusunu yayan makine üreticileri buna yardımcı oluyorlar. İnsanoğlu az emekle üretmeye bayılır. Özellikle biz doğu insanları masallarla büyüdüğümüzden mucizeleri pek severiz.
   Evet  fotoğraf bir seçme ve ayıklama işidir, ama fotoğrafa soyunan kişinin önünde aşılması gereken bazı engeller vardır. “ Bazı küçük engeller ” demeyi tercih ederdim; ne yazık ki bu engellerin aşılması pek çok kişi için yıllar alabiliyor. Nedir bu engeller? Bir kere fotoğraf, bir çerçeve ile sınırlı iki boyutlu bir izdüşümdür. Oysa biz sınırsız üç boyutlu bir mekanda yaşarız. Bu sınırsızlık, süreklilik demektir. Herhangi bir objeye normal bir bakışta, onun arka planı bir karışıklık yaratmaz. Çünkü arka plan öndeki nesnelerden kopuk ve gerilerdedir. Oysaki çıplak gözle gördüğümüzün fotoğrafını çekince ön ve arka plan aynı düzlemde birbirine yapışır. Bu yüzden çıplak gözle ya da vizörden gördüklerimiz fotoğrafa farklı yansır. Dört kenarla sınırlı fotoğraf, çevremizdeki süreklilikten kesilerek alınır. Böyle bir çerçevelemeye karar vermek, onun dışındaki tüm olasılıkları reddetmek demektir. Dolayısıyla fotoğrafçı tarafsız değildir. Bize sunduğu fotoğraf seçim sonucudur. Onun o konudaki görüş ve kanaatini yansıtır.
    Öte yandan, biz aslında dört boyutlu bir zamanda yaşarız. Bu demektir ki üç boyutlu mekan, zaman boyutu ile sürekli değişmektedir. Sadece devinen objelerin bulunduğu sahneler değil, durağan objeler bile biz onların etrafında döndükçe ya da aynı doğrultuda yaklaşıp uzaklaştıkça değişirler. Nesi değişir? Birbiri ile ilişkileri değişir. Perspektifleri değişir. Bu yeterince önemlidir. Bütün bu değişkenlikler biçimsel bağlamdadır. Ve önümüzde değişip duran binlerce görüntüden sadece bir tanesi bizim istediğimiz gibidir. Ama bu kesinlikle donmuş bir görüntüdür. Öyle ki, bir sinema karesinden farklı olarak herhangi bir anın tespiti değil, öncesini ve sonrasını aratmayan bir anın tespitidir. Bu bir simge görüntüdür.
     İlk başlayanların çektiği fotoğraflarda hep şu problem yaşanır: Bir olayı görüp etkilenirler. Olay belli bir devinim içermektedir. Bu sahnenin karşısına geçip deklanşöre basarlar. Bu saptama çoğunlukla eylemin herhangi bir anıdır. Dolayısıyla ancak önceki ve sonraki anlarla birleştirildiğinde bir anlam ifade eder. Bu bir sinema karesi gibidir. Oysa yapılması gereken bu eylemi temsil eden tek kareyi bulmaktır. Onu veren kritik anı kaçırmamaktır. Belki de böyle bir kare yoktur. Çünkü her şey fotoğrafla anlatılamayabilir. Bunu ayırt edebilmek için “gördüğü yerde fotoğrafı tanımak” önemlidir. Bu ifade belki de fotoğrafçının yeni bir tanımıdır…
    Peki etkili fotoğraf bundan ibaret midir? Sanırım değildir. Fotoğrafçılar aslında objeleri çekmezler. Onları görüntüye dönüştürürler. Oysa günlük yaşamın gittikçe yaygınlaşan inancı, güzel görüntülerin ancak güzel modellerle elde edilebileceği yolundadır. Güzel bir sahne güzel fotoğraf için sadece bir başlangıç olabilir. Bazı kuramcılara göre fotoğrafçılar aslında objelerin değil, doku, leke, renk gibi görsel öğelerin peşindedirler. Değerli fotoğraflar bunların, anlatımın amacına uygun biçimde ve ustaca yoğrulmasından elde edilir. Bir anlatımın değer taşıması, öncelikle yeterince doğru olmasına bağlıdır.
   Son günlerde bazı oturumlarda “fotoğraf okuma” başlığı altında olabildiğince sübjektif değerlendirmelerin yapıldığını duyuyorum. Hatta yakın geçmişte yayınlanmış bir fotoğraf kitabında, fotoğraf alt yazıları ile, “fotoğraf okuma” adına inciler dizildiğini şaşkınlıkla izledim. Fotoğrafın değerlendirilmesinin sözüm ona felsefi boyut kazanması adına edilen birer laf salatası haline geldiğini üzülerek izliyorum. Fotoğraf okuma, ucuz magazin ağzı ile edebiyat yapmaya da gelmez. Fotoğraf ancak analitik bir yolla okunabilir. Bu da öncelikle fotoğrafın yapısal ve görsel öğelerini bilmekle olur. Saçma sapan fotoğraflara anlam yükleyerek kahve falına bakar gibi fotoğraf okunamaz.
    Bu uzun girişi iki meslektaşın, Emre ve Faruk’un yaptığı işin değerini belirtmek için yazdım. Fotoğrafta bazı genellemelere ulaşmak bu yolda yeteri kadar deneyim kazanmakla ve bunlardan ders almakla olur. Bu dostlar bu deneyimleri yaşıyor ve bunlardan sonuç çıkarmayı biliyorlar. Eğer fotoğrafa, felsefeye bulanmış eğreti bir duygusallıkla giriyor olsalardı, bugün kimi anlaşılmamış sanatçılar (!) gibi ortaya sadece birkaç kekeme iş koymuş olurlardı. Kekeme diyorum çünkü fotoğraf bir dildir. Konuşamayan kekeler. Fotoğrafın da dilbilgisi vardır. Bu bilgiyi edinen ve akıcı bir dille konuşanın ortalama verimi yüksek olur. Bu özellikle profesyonellikte çok önemlidir. Buna karşılık bir yığın süprüntü arasında ortaya rastlantısal birkaç baş eser (!) koyanlar bu dili öğrenememiş olanlardır.
    Öğrenilen dilin başkaları ile paylaşılması ikinci bir aşamadır. Faruk ve Emre bunu yapıyorlar. Bu konuda izlenecek iki yol vardır. Birincisi: Genel ilkeleri verip uygulamayı her özel durum için okuyucunun sağduyu ve zekasına bırakmaktır ki, bu galiba bizim kuşağın yöntemi idi. Faruk ve Emre günümüzde daha geçerli olan hukukçuların “kazuistik yöntem” dediği, olaya özgü hüküm yürütme yolunu seçmişler. Günümüz gençleri daha çok bu tür rehberleri seviyorlar.  Her şeyin hazırını sevdikleri gibi…
     Bu kitabın, fotoğrafa başlayan gençlerin kısa zamanda yol almalarına yardım edecek yararlı bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Bizde fotoğraf kitabı yazmak çok sınırlı bir isteğe cevap vermektir ve özveri gerektirir. Bu bakımdan arkadaşlarımı bu girişimlerinden dolayı kutluyorum. Çünkü, batıda kitap yazan biri aldığı teklifle kendine bir ev alabilir. Bizde ise kitabınızın mutlaka basılmasını istiyorsanız mevcut evinizi satmanız gerekebilir!"

                                                                                                          Prof. Sabit KALFAGİL
                                                                                                          İstanbul, Kasım 2002

Yorumlar